görünmez hissetmeye dair

önceleri bunu çok yürek burkucu buluyordum, üzüyordu beni bu düşünce ama sonrasında bunda da saklı bir güç olduğu düşünmeye başladım.

çok bayıldığım Jane Fonda’nın oynadığı Gracie and Frankie dizisinde kocaları eşcinsel olup birbirlerine aşık olan ve bu yüzden terkedilen 70 li yaşlarında iki kadın, bir market sahnesinde kasiyer tarafında görülmeye çalışırken, kasiyer güzel kızlarla ilgilendiği için bu ikisini görmediğinde, biz görünmez miyiz diye çığrınıp sonra görünmez olmanın tadını çıkarırız o zaman deyip satın aldıkları içki veya sigara her ne idiyse, çalıp kaçıyorlar.

az önce izlediğim “bayan harris paris’e gidiyor” filminde de görünmez olduğunu düşünen ingiliz bir temizlikçi kadının görülme mücadelesini izliyoruz, göz yaşı döktüm izlerken tabiki, sonra annem aklıma geldi yine, aşamadığım mevzum annemin erken ve sessiz bana göre çileli ölümü. onu bunca sözlerimle yaşatma çabam hayatına yeterince anlam katabildi mi yada kendini sevdi mi , kendini değerli hissetti mi kaygımdan kaynaklanıyor, o da bir görünmez kadın mıydı bu hayattan gelip geçip giden, bir yanım hayır, bir yanım evet diyor.

ve hepimizde biraz öyleyiz, bazı günler alabildiğine görünmeziz, işte o günler, kendimizle kalıp kendimizi seveceğiz yada açıp bir romanı içindeki karakteri yada sokakta yürüyen bir kediyi seveceğiz, onu göreceğiz ki, sonra gülümsediğimizde biz de görünür olacağız.

bir acı çekme biçimi olarak görünmez hissetmeyi, bir özgürlük biçimi olarak görünmez hissetmeğe çevireceğiz, yalnızlığı, tek başınalığa, dünya korkunç bir yeri, evet dünyada çokça kötülük var ama ondan daha fazla da iyi insan var cümlesine çevireceğiz.

ne demiş emily dickinson;


Umut” o tüylü şeydir –

Ki ruha tüner –

Ve şakır durur sözsüz bir ezgiyi –

Ve hiç durmaz – hep öter –

***

“Hope” is the thing with feathers –

That perches in the soul –

And sings the tune without the words –

And never stops – at all –

Author

nvzcik avatarı

Written by

Categories